Aidiyet'ten bir bölümü bu siteye özel olarak sizlerle paylaÅŸmak istedim.
İşte Kaplumbağa'nın hikayesi
Name, Title
çizim: alfonso elola
en yakın arkadaşım insan çocuÄŸuydu. insan yaşıyla 3 kadar ederdi. her sabah kahvaltısını eder etmez soluÄŸu bahçede alır bana seslenirdi: kaplumbaaaa! kaplumbaaaa!
bazen hem çıkar yanına koÅŸardım -öyle boÅŸ boÅŸ bakmayın, istersek çok hızlı koÅŸabiliriz. evet. evet kısa bir süre için- bazen de bana birkaç defa daha seslenmesini beklerdim. o yarım yamalak "kaplumbaÄŸa" deyiÅŸine bayılıyordum!
elbette iliÅŸkimiz çok karşıklı deÄŸildi. ben onu anlayabilirdim ama o beni çok az anlıyordu. bahçenin orta yerinde kavuÅŸtuÄŸumuzda kabuÄŸuma sevgiyle dokunup hemen oraya çömeliverirdi. o gün ne yemiÅŸ, dün kedileri sevmiÅŸ mi, kediler neden verdiÄŸi erikleri geri çeviriyormuÅŸ, çiÅŸi gelince söylemesi neden bu kadar hayatiymiÅŸ ki ÅŸu papatyaların oraya bırakıverse olmaz mıymış... Mış mış da mış... annesi çağırana dek benimle laflardı. "ahh kaplumbaa sana soramadım hiç nasılsın diye ama yarın da sen anlatırsın" der, koca poposunu sallaya sallaya annesine koÅŸardı. mutlaka ama mutlaka annesinin yanına varınca arkasına dönüp bakar ve el sallardı. gülümsediÄŸimi gördüÄŸünü sanmam.
gel zaman git zaman bizim ufaklık birkaç ay daha büyüdü ama hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸmedi. yine her sabah bahçeye çıkıp seslenmeye ve benimle bıcır bıcır konuÅŸmaya devam etti. babasına, dedesine, anneannesine, babaannesine, komÅŸularına, herkese benden söz etmiÅŸti. o sebeple gün içinde baÅŸka zaman bana seslendiÄŸinde otların arasından tek gözle ÅŸöyle bir göz atar iÅŸime bakardım. insanların büyükleriyle konuÅŸmak hiç de ilgimi çekmiyordu. sanırım buna korku da diyebiliriz.
her defasında "ama sabahları bir köÅŸeden çıkıp geliyor. mutlaka geliyor. valla bak!" diye anlatıyordu. büyükler bizim akıllı bıdığın başını okÅŸayıp içeri girdiklerinde hayalkırıklığına uÄŸramış minik suratını kırt diye ısırmamak için kendimi zor tutuyordum.
günlerden bir gün arka bahçede küçük bir ev daha inÅŸa edildi. inÅŸaatın gürültüsü ve toza raÄŸmen baÅŸka bahçelere yerleÅŸmeye içim elvermedi. minik insanı terk edemezdim. buna hazır deÄŸildi. ben de.
inÅŸaat sırasında çeÅŸitli zorluklar çektim. kalkan tozdan etkilenmemek için gündüzleri gidip bir köÅŸede kendime oyuklar açtım, toprağın altında daha güvendeydim. hem gürültü de daha azdı. iÅŸçiler bahçenin her yerindelerdi. ortalıkta gezinmek hiç de iyi fikir deÄŸildi.
öyle böyle derken sonunda inÅŸaat bitti. eski rahatlığıma kavuÅŸtum. minik'le sabah buluÅŸmalarımız devam ediyordu. fırfırlı etekleri, tombul bacakları ve sürekli kıpır kıpır ettirdiÄŸi güzel elleriyle anlatmaya devam etti. domatesleri, köfteleri, sevdiÄŸi kolyeleri, çilekleri, mandolinini, üç deÄŸerli kitabını, nasıl yumurtanın beyazını ayırıp sadece sarısını yediÄŸini, babasının sesini nasıl kaydettiÄŸini, kızdığı insanları, bebeklerinin tırnaklarını nasıl boyadığını, ojeyle masanın alt kısmına ve rujla giysi dolaplarının içine çizdiÄŸi resimleri, misafirlere ÅŸiirler uydurmasını...
bir sabah, bahçede bağırıp çağıran insanların sesiyle uyandım. ıtırların arasından bir de baktım ki yeni küçük eve birileri taşınıyor. benim miniÄŸimin annesi de yanlarında. eÅŸyalar, bavullar, iki de minik insan... ama ikisi de benim arkadaşım kadar minik deÄŸil. dikkatlice baktım da biri kız biri oÄŸlan. içimi bir huzursuzluk kapladı. ÅŸimdi bunlar burda yaÅŸarken her sabah bizim minik'le nasıl buluÅŸacaktık? nasıl özel bir ÅŸey olarak kalacaktı aramızdaki? mutsuzdum. hiçbir ÅŸey eskisi gibi olmayacaktı. hayatım deÄŸiÅŸmek üzereydi. en baÅŸtan hata etmiÅŸtim. insanlarla arkadaÅŸ olma fikri de nerden çıkmıştı!
hiç uyumadım. bu sabah, daha önceki bütün sabahlardan farklıydı. farklı olmak zorundaydı. farklı davranmak zorunda kalmıştık. o her zamanki gibi bahçeye çıktı. her zamanki gibi daha etrafına bile bakmadan bana seslenmeye baÅŸladı. temkinli davranmam gerektiÄŸini düÅŸünemeyecek kadar küçüktü. etrafı iyi kollamıştım. kimseler yoktu. minik dostumu daha çok bağırtıp herkesi ayaÄŸa kaldırmadan papatyaların arasından boynumu uzattım. "burdayım!" istisnasız her sabah beni gördüÄŸünde olan oldu: o ufacık yüzü aydınlanıverdi. "kaplumbaaa!" koÅŸarak yanıma geldiÄŸinde onu belki de bir daha hiç göremeyeceÄŸimi düÅŸünüyordum. bana kırmızı oje sürülmüÅŸ serçe parmağını gösterdi. bebeÄŸinin saçını kestiÄŸini anlattı. annesinin tilki kürkünden nasıl korktuÄŸunu... öÄŸlen uykularında nasıl uykudan kaytarıp hayal kurduÄŸunu... dedesinin dükkanındaki kocaman döner tekerini.... tavÅŸan balonları... her ÅŸeyin deÄŸiÅŸtiÄŸinden, hem de sonsuza dek deÄŸiÅŸtiÄŸinden haberi bile yoktu. belki birkaç gün bana seslenecek, sonra unutup gidecekti. insan sonuçta.
o günkü görüÅŸmemizi bilerek uzattım. gidip bir yoncadan iki diÅŸ aldım. kıkır kıkır gülüÅŸünü izledim. kabuÄŸuma çekildim. "yaaaa kaplumba!" deyiÅŸini sonra da tık tık kabuÄŸuma vuruÅŸunu dinledim. annesinin yanına koÅŸarken arkasından baktım uzun uzun. nitekim o eve girerken yeni evin sakinleri kapıdan birer birer göründü. artık gitmem gerekiyordu. belki de en ağır adımlarımla yan bahçeye geçtim. yarın neler olacaktı, yokluÄŸumu fark edince üzülecek miydi? aÄŸlayacak mıydı? ne yapardım!
sabahı sabah ettim. belki de tüm tehlikeye raÄŸmen onunla kalmalıydım. belki de hiçbir ÅŸey olmazdı? derken kapıdan göründü. beni çağırıyordu. yüreÄŸim aÄŸzımdaydı. kendimi zor tutuyordum. belki de gitmeliydim. onu üzmenin ne anlamı vardı? bir kez daha seslendi. sanki dudağı mı titriyordu? yerimde duramadım, bu defa bir iki adım attım. gayret etsem kısa sürede onların bahçesine, yuvama dönebilirdim. o sırada yeni evin kapısı açıldı, çocuklardan büyük olanı çıktı. ÅŸöyle bir gerindi, benim minikle göz göze geldi. gülümsedi. bizimki de gülümsedi. yanına gidip yüzüne eÄŸildi, bir ÅŸeyler söyledi. duyamadım. anlayamadım. sadece benim miniÄŸin kahkahasını duydum. yeterince duymuÅŸtum. demek ki aÄŸlamayacaktı. arkamı dönüp gittim. bir bahçe daha geçtim. sonra bir bahçe daha. sonra bir tane daha...