top of page
Yazarın fotoğrafıhande sarman

masal: şuköşe ile yuvarlacık


Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde bir yerlerde, sıklıkla nereye gitmek istediğini bilmeden gezip tozan bir kitap kurdu yaşarmış. Doğduğunda ona, ailesine bile tuhaf gelen köşeleri yüzünden Şuköşe adını koymuşlar. Önce “Köşeli mi koysak adını” demişler ama sonra bunu fazla sert bulmuşlar. Sivri? E olmaz. Birine böyle seslenmek hem fazla tuhaf hem de biraz canice olur diye düşünmüşler. Neticede Şuköşe adı hoşlarına da gitmiş doğrusu.

Şuköşe içine kapalı, kendi dünyasında mutlu, kendisine hiç benzemeyenlerden uzak duran, köşeli ama sevgi dolu biriymiş. Köşeleri kıyıları sever, ortalıkta olmaktan ve dikkat çekmekten hoşlanmazmış. Her yerde kendine bir köşe bulur oraya yerleşirmiş. Özel bir de yeri varmış. Ona özel. Kimselerin bilmediği… Her seferinde, tam da nereye gideceğini bilemez gibi olduğunda kendisini bulduğu yer, onun için vazgeçilmezmiş. Gizli bahçesi!

Orada kendisi olmanın keyfini sürerken sadece ve sadece çikletleri kaldırımlara atıp yıldız niyetine sevenleri, yıldızları seyredip sevdiklerinin gülüşlerini duyanları, kedi mırıltılarında huzur biriktirenleri, çimlere uzanıp altından geçen böcekleri ürkütmeyenleri, elma koklamayı sevenleri, sıkılınca reçel yapan yazarları ağırlarmış. Zihninde. Küçük bir kitaplığı varmış gizli bahçesinde. Okuyarak yolculuklara çıkıp eve döner, aşık olup terk edip tekrar aşık olur, kilo alır verir, yaşlanıp gençleşir, zengin olup fakirleşir, icatlar yapıp aylaklık edermiş.

Gizli bahçenin tek ziyaretçisi Şuköşe, bir gün, kendisi gibi olmayanların hikayelerinden birini okurken daha önce hiç olmayan bir şey olmuş. Birden bire yalnızlık Şuköşe’nin ta şurasına, göğsüne oturuvermiş. Buz gibi bir taş gibi. Kaya gibi. Kocaman, dev, görülmemiş büyüklük ve yükseklikte bir dağdan kopan, acımasızca ağır bir kaya gibi. “Ööf! Konuşacak kimse yoksa, bunca kitabın ne anlamı var ki!” deyip elindeki kitabı fırlatıvermiş.

İlginçtir, tam o sırada, şu evrende başka kimsenin koordinatlarını ve adresini bilmediği, hiçbir harita ve tarifte adı geçmeyen, kimseye rüyalarda bile sözü edilmeyen, diğer gezegenlerden ya da çevredeki evlerden görünmeyen, büyücü veya falcıların bile haberi olmayan bu bahçeye pattadak biri girivermiş. Yusyuvarlak birisiymiş. Pufidik birisi. Ancak, yuvarlaklığı ve pufidikliğine rağmen biraz asabi görünüyormuş. Çatık kaşlar ve kötü enerji! Yusyuvarlak birinde… gerçekten biraz garipmiş.

Şuköşe şaşkınlığını atamadan uzun süre boş boş bakmış bu yusyuvarlak kişiye. Nereden geldi? Kimdir? Nasıl geldi? Niye geldi? Burayı nasıl buldu? Bu nasıl bir tip?

Şuköşe düşünedursun, Yuvarlacık (bahçenin yeni ziyaretçisinin adı buymuş) onun farkında bile değilmiş, kafasındaki düşüncelerle fazlasıyla meşgulmüş. Çünkü adına yakışır yumuşak karakteri ile çirkin dünya gerçekleri arasında oluşan çatışmalar onu çok yoruyormuş. Zaman zaman. Aslında sık sık… O da bu çatışmaları hafifletmek, kendine dönüp bakabilmek için yöntemler geliştirmiş. Peki nasıl yöntemler? Şu anda da tam bunları düşünüyormuş Yuvarlacık:

“Her şeyin her şeyle bağlantısı olduğuna inanıyorum. Yürekten. Daha doğrusu inanmak istiyorum. Yürekten. Bu, beni, doğallıkla yaptığım her şeyin aslında başka bir sebebi olduğu düşüncesine bağlıyor. Sıkı sıkıya bağlandığım bu düşünce, bazen neyin doğal neyin seçilmiş olduğu bilmecesine götürüyor beni. Mesela, şimdi ben buraya öylesine mi geldim? Öylesine? Gerçekten mi? Yoksa bana en çok buraya gelmek yakışır diye düşündüğüm için mi geldim? Gerçi burası nasıl bir yer ki. Nasıl geldiğimi bile bilemiyorum. Neyse bazen kafamdaki sesleri azaltabilip anın tadını çıkarabiliyorum. Aksi takdirde sesler yükseliyor ve gerçeklikten öyle bir uzaklaşıyorum ki gökyüzünden kendime bakıyorum. Birisi. Yuvarlacık. Ben. Derken sadece bir nokta. Sonra yavaşça düşüş… Düşmek derken, mesela bir tüy düşse önüme, bunun bir anlamı olmalı. Tüyün düşmesi, yerçekimi ve kuşların ondan yüksekte uçuyor olmasından daha derin bir anlam taşıyor olmalı. İşte buna kızgınım. Anlam nerede! Varsa ben neden göremiyorum!”

Kolay kolay şaşırmayan Şuköşe’nin bugün şaşırma günüymüş işte. Besbelli. Çünkü nereden çıkıp geldiği belli olmayan bu kişiyle, ne hikmetse hiç konuşmadan birbirilerini anlayabiliyorlarmış. Evet bu ikisi. Şuköşe ve Yuvarlacık. Nasıl mı? Bir araya geldiklerinde altyazıları çıkmış. Düşüncelerinin.

Tabii çok çok çok şaşırmışlar ama hemen de alışmışlar bu duruma. Böylesi bir şeye kim alışmaz ki. Korkutucu ama süper bir şey! Yuvarlacık’taki kızgınlıklar, Şuköşe’deki şaşkınlıklar solup gidivermiş. Azar azar. Ama aslında olması gerekene göre korkunç bir hızla. Aslında zaten birçok şekilde birbirilerine benzerken ve çok farklı olmalarına rağmen rahatlıkla anlaşabilmeleri biraz garip miymiş? “Gizli bir bahçede gizemli bir biçimde bir araya gelen ve altyazılarla anlaşan iki kişi için pek çok şey aşılmıştır. Boşver tadını çıkar” diye düşünmüşler. Neden sonra Yuvarlacık sormuş:

“Acaba uyurken gördüğümüz rüyaların da altyazısı olacak mı?”

“Emin değilim ama olsa eğlenceli olur” diye cevaplamış Şuköşe.

“Peki bu acaba geçici bir şey mi?” demiş Yuvarlacık.

Yine “emin değilim” demiş Şuköşe.

“Sadece burada oluyor herhalde… peki sadece ikimiz için mi?” diye sormuş Yuvarlacık.

Şuköşe konuşmamış ama altyazıyla devam etmiş:

“Emin değilim çünkü köşelerim var. Bazen, uykuya dalarken birden gözümün önünde bir hikaye oluşuverir. Bu öyle hızla olur ki çok açken çok lezzetli bir yemeği yalayıp yuttuktan sonra sadece damakta kalan o tat gibi eşsiz, güzel, tatmin edici ama ‘ne oldu şimdi?’ dedirten hafif üzücü bir ayrılırayrılmazhemenözlemek durumunu yaşarım. Yani o an geçip hepsi bittikten sonra hala olurkenki anda olmak/ kalmak isterim. O kadar net olabilmek isterim. O netliği çok daha uzun süre muhafaza edebilmek isterim. Sonradan tam da olmaz sanki. Ne yaparsam yapayım, elime kağıt kalemi alınca düşün kendisini olduğu gibi ifade edecek cümleler bir araya gelemez. Birbirimize ‘ben şimdi sana böyle anlattım ama kendisini görmen lazım’ dediğimiz türden şeylerdir. Önemli ya da çok güzel olduklarından değil. Tarif etmesi güç şeyler olduğundan. Neden mi zor? Çünkü köşelerim var!”



Altyazılar akıp giderken saatler, günler de geçip gitmiş. Zaman da yapmış yapacağını, ikisi bir araya geldikten sonrası kolaymış çünkü. Yuvarlacık biraz köşelenmiş, Şuköşe biraz yumuşamış. Bahçenin gizemi daha da artmış. Yusyuvarlak olduğuna inanıp herkesin de kendisini böyle görmesini isteyen Yuvarlacık da, kendisini köşeleriyle ifade eden Şuköşe de birbirilerine baka baka, dinleye dinleye değişmiş dönüşmüş. Değişirken benzeşmişler. Değişirken başkalaşmışlar. Çirkinleşip güzelleşmişler. Değişirken aynılaşmış, sonra yine değişmişler. Ne iyi ki birliktelermiş. Ne mutlu ki konuşmadan bile anlaşabiliyorlarmış.

Rengarenk çiçeklerin, bilge kelebeklerin, manalı manalı akıp giden suların, arada bir esneyip gerinen ağaçların olduğu, en eski sırları fısıldayan rüzgarların estiği Gizli Bahçe’de başlayan altyazılı bir dostluk sonsuza dek didişe dövüşe, öpüşe koklaşa, kitaplardan alıntılar, rüya ve kabuslar, iç döküşler ve iç içe geçişlerle tatlı tatlı sürüp gitmiş. Bu masal da burada bitmiiş.

13 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page